I. GİRİŞ
Son zamanların en büyük doğa olayları arasında olan orman yangınları, pek çok ülkeyi etkisi altına alarak Dünya gündemine oturmuş durumdadır. Zira 28 Temmuz’da ülkemizde başlayan orman yangınları geçtiğimiz hafta kontrol altına alınmış olup başta Akdeniz ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelerde orman yangınları meydana gelmiştir. Bu durum orman yangınlarının, bir noktada, iklim kriziyle olan ilişkisini açık biçimde gözler önüne sermektedir. Nitekim ABD’li Yangın Tarihi Uzmanı, Arizona Üniversitesi Onursal Profesörü Stephan Pyne, iklim değişikliği ile birlikte ekolojinin değiştiğini ve bunun sonucu olarak da Dünya’nın ateş çağına girdiğini ve bu dönemde uzun süren ve söndürülemeyen yangınların yaşanacağını, yeryüzündeki değişim yaşanmadan ise yangınların sona ermeyeceğini açıklamıştır[1]. Bilim insanları ve sivil toplum örgütleri tarafından iklim değişikliği ile ilgili öteden beri uyarılar yapılmakta olup bu konuda Devletlere ciddi tedbirler alınması gerektiği konusunda çağrıda bulunulmaktadır. Son zamanlarda yaşananlar ise şunu göstermiştir ki; iklim krizi ile ilgili küresel çapta adımlar atmak ve iklim krizi neticesinde meydana gelen/gelebilecek doğa olaylarına karşı önlemler almak lüzumu kaçınılmazdır. Bu noktada Devletin her iki konuda da sorumluluğu bulunmaktadır: Uluslararası düzeyde iklim krizine mücadelede etkin rol üstlenmek ve ulusal düzeyde yaşanabilecek doğa olaylarına karşı hem çevreyi hem de vatandaşları korumak üzere politika yürütmek.
Ülkemizde meydana gelen orman yangınlarında, dramatik biçimde can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Yangınlarla ilgili hasar tespit çalışmaları sürerken Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamalarına göre; sadece Antalya ilimizde, 3231 bina ve 6359 bağımsız bölüm yangınlardan zarar görmüş olup toplam 34 milyon 596 bin TL’lik zarar tespiti yapılmıştır. Tarım ve hayvancılık faaliyeti yürütenler bakımından ise 11 milyon TL zarar mevcuttur[2]. Yaklaşık 50 ilimizde orman yangınlarının cereyan ettiği göz önüne alınırsa, can kayıpları ve kaybettiğimiz orman örtümüzün yanı sıra, orman yangınlarının zarar bilançosunun ağır olacağı söylenebilir.
Öte yandan, 31 Temmuz tarihinde, henüz yangınların başlamasının ardından üç gün geçmiş iken, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından yanan evlerin yeniden inşası için yöresel mimariye uygun olarak hazırlanan projeler kurumun sosyal medya hesabında paylaşılmış ve 1 yıl içerisinde tamamlanarak vatandaşlarımıza teslim edileceği açıklanmıştır. TOKİ tarafından yapılan paylaşımların ardından, evlerin bedelsiz mi yahut bedel karşılığında mı vatandaşlara teslim edileceği sorusu akıllara gelmiştir. Bunun akabinde, Antalya’nın Gündoğmuş İlçesi Belediye Başkanı Mehmet Özeren; evlerin, 20 yıl ödemeli ve çok cüzi faizlerle TOKİ tarafından inşa edileceğini açıklamıştır[3].
Yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından, ikinci yazımızda, Anayasal ilkeler ve İdare Hukuku çerçevesinde, orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan idarenin sorumluluğu konusunu ele alacağız.
II. İDARENİN SORUMLULUĞU
Orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan dolayı idarenin sorumluluğu konusunu incelemeden önce, idarenin sorumluluğuna ilişkin genel bilgilere değinelim. Anayasa’mızın 125’inci maddesinin son fıkrası uyarınca; “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” İdarenin sorumluluğu ile, idarenin işlem ve eylemleri neticesinde meydana gelen zararları tazmin etmek ifade edilmektedir. Dolayısıyla, idarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için idari işlem veya eylem, zarar ve idari işlem veya eylem ile zarar arasında nedensellik bağı bulunması gerekmektedir. İdari işlem veya eylem arasında nedensellik bağı kesildiği takdirde idarenin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
İdarenin sorumluluğu, sorumluluğun dayanağına göre ikiye ayrılmaktadır: Kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk. İdarenin kusura dayanan sorumluluğu, idare tarafından bir hizmetin kusurlu biçimde yürütülmesi şeklinde ifade olunmaktadır. “Hizmet kusuru” olarak tabir edilen kusur sorumluluğu ilkesinde, idarenin herhangi bir hizmetin yahut görev alanına giren bir faaliyetin[4] yerine getirilmesi sırasında kusurunun bulunmasıdır. Hizmet kusuru, bir hizmetin kötü yapılması, geç yapılması yahut hiç yapılmaması durumlarında söz konusu olmaktadır. Hizmetin kötü yapılması, idarenin, bir hizmeti gereği gibi yerine getirmemesini ifade etmekte olup hizmetin hiç yapılmaması ise idarenin yerine getirmekle yükümlü olduğu bir hizmeti hiç yerine getirmeyerek hareketsiz kalmasıdır. İdarenin, hizmeti mevzuata uygun biçimde yerine getirmesine karşın hizmetin gerektirdiği çabuklukta yapılmaması ise hizmetin geç işlemesi olarak açıklanabilir.
İdarenin sorumluluğunda asıl olan kusur sorumluluğu olmakla birlikte bazı hallerde idarenin kusursuz sorumluluğuna gidilebilmektedir. Kusursuz sorumluluk kapsamında, idarenin işlem ve eylemleri ile zarar arasında illiyet bağı bulunması yeterli olup idarenin kusuru aranmamaktadır. Buna göre risk ilkesi ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi uyarınca; idare, kusursuz olarak sorumlu olmaktadır. Risk ilkesi, idarenin tehlikeli faaliyetlerde bulunması, tehlikeli araç kullanması, mesleki ve sosyal riskler sonucunda meydana gelen zararlardan sorumlu tutulması olarak açıklanabilir. Bu doğrultuda, idarenin tehlike arz eden bir eylemi sırasında zarar meydana gelmesi, kamu hizmetinde bulunan kamu görevlisinin görevi sırasında bir zarar vermesi yahut zarar görmesi, terör eylemi sırasında vatandaşların zarara uğraması vb. durumlarda idare, kusuru olmaksızın risk ilkesi kapsamında sorumlu olmaktadır. Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi ise, idarenin işlem ve eylemlerinin, toplum yararına sonuç doğurmasına karşılık bazı kimseler bakımından zarara sebep olması halinde idarenin sorumlu tutulmasıdır. Örneğin, yol yapım çalışmaları sırasında yoldaki bir binada zemin kat dairenin bodrum katına düşmesi halinde, o bölgede oturan vatandaşlar bu hizmetten yararlanırken zemin kat evi bodrum katına düşen kimse zarar görmektedir[5]. Dolayısıyla, idare, bu gibi durumlarda kusuru aranmaksızın verdiği zararı gidermekle yükümlüdür.
İdarenin kusurunu azaltan ya da kaldıran sebepler olarak; mücbir sebep, beklenilmeyen hal, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusuru sayılabilir. Mücbir sebep aşağıda açıklanacağı üzere, idarenin eylem ve iradesi dışında öngörülmez ve önlenemez olarak meydana gelen olaylardır. Bu kapsamda, mücbir sebep idarenin sorumluluğunu kaldırmaktadır. Beklenilmeyen hal, mücbir sebepten farklı olarak, idarenin işlem ve eylemleri dahilinde oluşmakta olup kişinin kusuru olmaksızın teknik arıza sonucu meydana gelen hallerdir. Beklenilmeyen hal durumunda meydana gelen zararlar bakımından idarenin kusuru ortadan kalkmakta olup kusursuz sorumluluğu devam etmektedir. Zarar görenin yahut bir üçüncü kişinin kusuru ise bu kimselerin hal ve davranışları sebebiyle zararın meydana gelmesi veyahut zararın artması olarak ifade edilebilir. Bu durumda, zarara sebebiyet veren olay ile zarar arasında nedensellik bağı kesildiğinden idareye kusuru oranında sorumluluk yüklenecektir.
1. Doğal Afetler Neticesinde Meydana Gelen Zararlardan İdarenin Sorumluluğu
İdarenin sorumluluğu hususunda doğal afetler neticesinde meydana gelen zararlardan idarenin sorumluluğu konusundan bahsetmekte fayda bulunmaktadır. 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun kapsamında, doğal afetler durumunda idare tarafından alınacak önlemler ve bu noktada yapılacak yardımlar düzenleme altına alınmıştır. İdare, doğal afetler neticesinde ortaya çıkan zararlardan sorumlu olmaktadır; meğerki doğal afet mücbir sebep (zorlayıcı sebep) sonucu vuku bulmuş olsun. Esasen, 1999 Gölcük Depremi’ne kadar olan süreçte doğal afetler mücbir sebep olarak kabul edilerek idare sorumlu tutulmamakta idi; ancak o tarihten sonra doğal afetin her durumda mücbir sebep olarak sayılamamasına ilişkin görüşler ortaya çıkmış ve bunun sonucu olarak da mücbir sebep teşkil etmeyen doğal afetler bakımından idarenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün hale gelmiştir[6]. Buna göre; doğal afet belli şartlar altında mücbir sebep olarak kabul edilmekte ve bu şartların gerçekleşmemesi halinde doğal afet mücbir sebep addedilmediğinden, afet neticesinde meydana gelen zararlardan idare sorumlu olmaktadır.
Doğal afetin mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için üç şartın bir arada bulunması gerekmektedir. Bu şartlar: Dışsallık, öngörülmezlik ve önlenemezlik. Dışsallık, doğal afetin idarenin eylem ve işlemlerinin, diğer bir ifade ile idarenin iradesinin, dışında meydana gelmesi anlamını taşımaktadır. Öngörülmezlik unsuru ise, zarara sebep olan olayın önceden tahmin edilememesi, tahmin edilmiş olsa dahi zararın büyüklüğünün ne derecede olacağının bilinememesidir. İdarenin sahip olduğu/olması gereken teknik araç ve ekipmanlarla müdahale etmesine rağmen önleyememesi ise önlenemezlik unsurunu oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle, önlenemezlik unsuru, gerekli her türlü önlem alınsa, her türlü özen gösterilse idi dahi zararın yine de meydana geleceğini ifade etmektedir. Ezcümle, idare doğal afetler neticesinde meydana gelen zararlardan sorumlu olmaktadır; fakat, afetin dışsallık, öngörülmezlik ve önlenemezlik unsurlarını taşıyan mücbir sebep olması halinde idareye herhangi bir sorumluluk atfedilemeyecektir. Zira bu halde, zararı meydana getiren olay ile zarar arasındaki illiyet bağı kesilmiş olmaktadır.
2. Orman Yangınları Neticesinde Meydana Gelen Zararlardan İdarenin Sorumluluğu
Yukarıda idarenin sorumluluğuna ilişkin açıklanan bilgiler ışığında, orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan idarenin sorumluluğunu, ilk olarak, doğal afetler neticesinde meydana gelen zararlardan idarenin sorumluluğuna ilişkin hükümler çerçevesinde ele alalım. Bu noktada, öncelikle üzerinde durulması gereken husus, orman yangınlarının doğal afet olarak kabul edilip edilmemesi olacaktır.
AFAD Sözlüğüne göre, doğal afet, doğa kaynaklı meydana gelen olaylardır[7]. Buna göre, sel, heyelan, deprem, su baskınları, çığ vb. doğa olayları doğal afet olarak kabul edilmektedir. AFAD tarafından yapılan doğal afetlerin türleri ve sınıflandırmasına ilişkin içerikte orman yangınları da yer almaktadır. Bu doğrultuda, orman yangınları klimatolojik afet olarak sayılmıştır. Klimatolojik afet ise; “sıcak dalgası, soğuk dalgası, kuraklık, dolu, hortum, yıldırım, kasırga, tayfun, sel, siklonlar, tornado, tipi, çığ, aşırı kar yağışları, asit yağmurları, sis, buzlanma, hava kirliliği, orman yangınları gibi iklim koşullarıyla ilgili afet.”[8]. Bu tanımdan hareketle, orman yangınları, iklim koşullarının etkisi ile meydana çıkan bir doğal afet olarak açıklanabilir. Öte taraftan, AFAD Sözlüğünde, büyük yangınlar, teknolojik afetler içerisinde konumlandırılmıştır. Bu kapsamda, teknolojik afet, “insan faaliyetleri ya da doğa kaynaklı afetlerin tetiklemesi sonucunda oluşan endüstriyel, maden, nükleer ve ulaşım kazaları, kritik yapılara yönelik tehditler, siber tehlikeler, büyük yangınlar, terörizm (kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer tehditler) ile çevresel tehlikeler gibi can kaybına, hastalıklara, sosyal, ekonomik ve çevresel bozulmalara neden olan afet ya da acil durum.”[9]. Orman yangınları ve büyük yangınlar arasında bir ayrım gözetilerek, orman yangınlarının klimatolojik olduğu, büyük yangınların ise hem doğa kaynaklı hem de insani faaliyetlerin sonucunda çıkabilen teknolojik bir afet olduğu açıklanmıştır.
Diğer taraftan, 7269 Sayılı Kanunun 1’inci maddesinde, “Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır…” ifadesine yer verilmiştir.Söz konusu hükümde tahdidi bir sayım yapılmamış, bazı doğal afetler sıralandıktan sonra vb. ifadesi ile çıkabilecek her tür doğa olayının bu kapsamda değerlendirileceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre; orman yangınlarının da mezkur kanun kapsamında doğal afet olarak nitelendirilebilmesi mümkündür.
Orman yangınlarının, doğa olayları sonucu meydana gelmesi ve doğal afet olarak nitelendirilmesi halinde, idare orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan sorumlu olmaktadır. Fakat orman yangınlarının mücbir sebep teşkil etmesi durumunda idarenin sorumluluğuna gidilememektedir. Ülkemizde 28 Temmuz tarihinde başlayan, başta Akdeniz olmak üzere çeşitli bölgelerde yaşanan orman yangınlarının ne sebeple meydana geldiği henüz kesin olarak bilinmemektedir. Bilim insanları iklim faktörünün kesin olarak etkili olacağını söylemekle birlikte yangınları tetikleyecek insan eylemlerinin de bulunabileceği ihtimaline işaret etmektedirler. Dolayısıyla, son zamanlarda çıkan orman yangınlarında iklim krizine bağlı olarak aşırı sıcaklıkların etkisinin yadsınamaz olduğu şüpheye yer bırakmayacak derecede açıktır. Zira orman yangınları yalnızca ülkemizde değil, geçtiğimiz haftalarda pek çok ülkede meydana gelmiştir. Dolayısıyla, bu durum, yaşanan orman yangınlarının klimatolojik afet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu noktada, idare, orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan sorumlu olacaktır; ancak orman yangınlarının mücbir sebep teşkil edip etmediğinin üzerinde durulması gerekmektedir.
Mücbir sebebin unsurları; dışsallık, öngörülmezlik ve önlenemezliktir. Bahse konu orman yangınları, idarenin eylem ve iradesi dışında meydana geldiğinden mücbir sebebin dışsallık unsurunu karşılamaktadır. Öngörülmezlik unsuru bakımından, orman yangınlarının önceden tahmin edilememesi, tahmin edilse dahi büyüklüğünün ne derecede olacağının bilinmemesidir. Orman yangınlarının öngörülmezliği hususunda, giriş kısmında bahsedildiği üzere, iklim krizi noktasında bilim insanları tarafından yapılan açıklamalar, artan hava sıcaklıkları, sivil toplum örgütlerinin iklim krizine karşı mücadele yönünde çağrıda bulunmaları vs. durumlar göz önünde tutulmalıdır. Nitekim orman yangınları başladığında bilim insanları tarafından yapılan açıklamalarda, bitki örtüsünün aşırı sıcaklıklara bağlı olarak adeta tutuşmaya hazır hale geldiği, bölgede sıcaklıkların mevsim normalleri üzerinde olduğu, geçmiş yıllarda iklim krizine bağlı olarak çeşitli ülkelerde yaşanan orman yangınları ile benzer izler taşıdığı dile getirilmiştir[10]. Dolayısıyla, Akdeniz Bölgesi ve diğer bölgelerde meydana gelen orman yangınlarının, mücbir sebebin öngörülmezlik unsuru noktasında tartışma barındırdığı, hatta bu noktada yaşanan orman yangınlarının öngörülemez olmadığı söylenebilir. Önlenemezlik unsuru ise, idarenin gerekli her türlü önlemi alması, her türlü özeni göstermesine rağmen zararın meydana gelebileceğini ifade ettiğinden, burada idarenin orman yangınlarına karşı aldığı önlemler ve yangınlara müdahalesi üzerinde durulması lazım gelir. Bu noktada, Tarım ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü (OGM) tarafından yayımlanan 285 Sayılı Orman Yangınlarının Önlenmesi ve Söndürülmesinde Uygulama Esasları Tebliğine bakmakta fayda bulunmaktadır.
285 Sayılı Tebliğde, orman yangınlarıyla mücadelede koruyucu tedbirler olarak; halkın eğitimi, Milli Orman Koruma Programı uygulanması, kamu kuruluşları arasında yardımlaşma ve iş birliği yapılması ve yasal tedbirler sayılmıştır. Buna göre; halkın orman yangınlarının önlenmesi noktasında bilinçlendirilmek, orman yangınlarına karşı mücadelede ulusal bir politika oluşturmak ve uzun süre ile bu politika çerçevesinde kamu kuruluşları ile iş birliği geliştirmek amaçlanmıştır. Yasal tedbirler kapsamında ise Tebliğin 1’inci bölümünün 6’ncı hükmü uyarınca;
“(1)Orman Kanununun 74. maddesine göre Orman Yangını çıkma ihtimalinin fazla olduğu kurak aylarda Valilikten alınacak onayla ormana giriş çıkışlar kısıtlanacak, gerektiğinde tamamen yasaklanacaktır.
(2) Valiliklerce; İller Kanununun 66. maddesine göre yangın çıkması muhtemel orman alanlarının kontrolü için alınan kararlar ilan edilecektir. Bu ilanlarda kararlara uymayanlar hakkında T.C.K.526 maddesine göre işlem yapılacağı duyurulacaktır.
(3) Orman Kanununun 74. maddesine göre Teşkilatımızla Emniyet ve Jandarma Teşkilatı arasında müştereken yapılacak kontrol ve devriye görevi için Vali Başkanlığında Orman Yangınları ile Mücadele Komisyonunca karar alınması sağlanacaktır.”
Dahası, orman yangınları ile mücadelede önleyici tedbirler olarak; yangın alanlarının sınıflandırılarak tehlikenin derecesine göre önlem alınması, yangın tehlikesinin azaltılması, ağaçlandırma ve silvikültür tedbirleri, orman yangınlarının gözetlenmesi ve etkili haberleşme öngörülmüştür. Yangın tehlikesinin azaltılması hususunda, “çöplükler, demiryolu kenarları ve piknik alanları gibi özel yangın tehlikesi oluşturan alanların etrafında yangın emniyet yolu ile şeridi açılması, turistik alanlar, meskun mahaller, her türlü tesisler, ziraat arazileri gibi yerlerden gelecek yangın tehlikesine karşı; bu sahalarla orman arasına yangın emniyet yolları açılması, orman içinden geçen yolların kenarları temiz tutulacak ve usulüne uygun budama yapılması, ormanda bulunan ve yanmayı körükleyecek enkaz, dikili kuru gibi yanıcı maddeler mümkün olduğunca üretim ve diğer faaliyetlerle temizlenmesi sağlanması, yangına hassas Orman Bölge Müdürlüklerinde üretim, sürütme faaliyetleri ile bakım faaliyetlerinin Temmuz- Ağustos- Eylül ayları dışında yapılmasına önem verilmesi” planlanmıştır.
Tebliğin yangınlara müdahale edilmesine ilişkin kısmında ise, yangınların derecesine göre planlanan müdahale ekiplerinin hem karadan hem de havadan gerekli araçlarla müdahalede bulunacağı ifade edilmiştir. Buna göre, “ilk müdahale ekipleri, ormanın uç noktasındaki yangına; 1. derece hassas ormanlarda 20 dakika içinde, 2. derece hassas ormanlarda 30 dakika içinde, 3. derece hassas ormanlarda 40 dakika içinde, 5. derece hassas ormanlarda 50 dakika içinde müdahale edecek şekilde yerleştirileceği” ve bu ekiplerin gerekli teçhizatla müdahale edeceği hüküm altına alınmıştır. Karadan müdahalelerde, ilk müdahale ekiplerinde pikap, minibüs, midibüs, hazır kuvvet ekiplerinde ise kamyon ve kamyonet bulundurulacağı, aracın yetersiz olması durumunda piyasadan kiralanacağı belirtilmiştir. Havadan müdahalelerde ise helikopter ilk müdahale aracı olarak yangın bölgesine yukarıda belirtilen sürelerde ulaşarak yangına gerekli müdahaleyi yapacaktır. Havadan müdahalelerde bir diğer yangın söndürme aracı ise uçaktır.
Tebliğin 3’üncü bölümünü 15.2’nci maddesi uyarınca;
“Orman yangınlarının, açık alanda ve çabuk yayılma eğiliminde oluşu, zaman zaman yangınlara ulaşma imkanının bulunmayışı, gerek gözetlemede, gerekse söndürme çalışmalarında havadan müdahaleyi ve dolayısıyla UÇAKLARI gündeme getirmiştir.
Söndürme çalışmaları yapan uçaklarda, su ya da kimyasal madde tankları bulunmaktadır. Bu tankların kapasiteleri, tarım uçaklarında 1000-1500 litredir. 5000-6000 litre su taşıyabilen ve denize, göle, baraja inerek hareket halinde dolum yapabilen büyük hava tankeri uçakları da çeşitli ülkelerde kullanılmaktadır.
Ülkemizde uçakların orman yangınlarında kullanılmaları 1985 yılında başlamıştır. THK’dan kiralanan tarım ilaçlama uçakları ile halen devam etmektedir.
Uçaklar, gün doğumu ile gün batımı arasında gündüz uçabilirler. Geceleri ve rüzgar hızının 50 km’nin üzerinde olması hallerinde uçamazlar.”
Ayrıca, Tebliğin, 3’üncü bölümünün 15.6.1’inci hükmüne göre;
“1- Uçakların tamamı, bakımları yapılmış, ikmalleri tam bir tanesi su dolu olarak bekleyeceklerdir
2- Merkezdeki nöbetçi memur, her saat başı hava raporunu (sıcaklık, nispi nem, rüzgar yönü ve hızı, görüş mesafesi) ana alana bildirilecektir. Bu bilgiler ana alanda bulunan günlük hava raporu tablosuna yazılacaktır.
3- Uçaklar normal durumda 15 dakikada, kritik durumda 8 dakikada, alarm durumunda 5 dakikada kalkacak şekilde, hava ve alan servisi hazır olacaktır.
4- Ana alanda bulunan sabit telsiz, normal durumda her 15 dakikada bir merkez telsiz ile irtibat kuracak, kritik ve alarm durumunda ise devamlı açık olacaktır.”
Tebliğin yukarıda açıklanan hükümleri çerçevesinde, orman yangınlarına ilişkin alınan tedbirler ve 28 Temmuz günü ülkemizde meydana gelen orman yangınlarına müdahaleler incelendiğinde, idarenin birtakım eksiklikleri bulunmaktadır. İlk olarak orman yangınları ile mücadelede koruyucu tedbir olarak, ulusal çapta yeknesak bir uygulama öngören “Milli Orman Koruma Programına” ilişkin bir çalışma yürütülmemiştir. Zira OGM’nin çalışmaları ve uygulamaları araştırıldığında bu hususta bir çalışma göze çarpmamaktadır. İkinci olarak, 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 74’üncü maddesi kapsamında, orman yangınlarıyla mücadelede koruyucu tedbir olarak öngörülen, “Orman Yangını çıkma ihtimalinin fazla olduğu kurak aylarda Valilikten alınacak onayla ormana giriş çıkışlar kısıtlanacak, gerektiğinde tamamen yasaklanacaktır.” hükmü uygulanmamıştır. Temmuz ayının Dünya genelinde çok sıcak geçtiği ve geçeceğine ilişkin haberler sıkça gündeme gelmiştir. Nitekim bu durum meteoroloji kayıtlarında mevcuttur. Bu kapsamda, çıkabilecek orman yangınlarını önlemek amacıyla orman alanlarına giriş çıkışların yasaklanması gerekirdi. Ülkemizde ise orman yangınları meydana geldikten sonraki süreçte bahse konu tedbir uygulanmıştır. Buna göre, 30 Temmuz tarihinde 33 il Valiliğinden orman alanlarına girişin yasaklandığı duyurulmuştur[11]. Halbuki bu uygulama tedbiri bir uygulama olup önemli olan orman yangınları vuku bulmadan hayata geçirmektir.
Bunun akabinde, üçüncü olarak, çıkan orman yangınlarına etkili müdahale edilmesi noktasında aksaklıklar mevcuttur. Tebliğde belirtildiği üzere, orman yangınlarını durdurmak için hem havadan hem de karadan müdahalede bulunmak hayati önemi haizdir. Havadan yapılacak müdahalelerde, ilk müdahale ekibi olarak helikopterler görevli olup ilk müdahalenin ardından yangın söndürme uçaklarının katılmasıyla müdahalenin kapsamı genişletilmiş olmaktadır. 28 Temmuz’da ülkemizde meydana gelen orman yangınları bakımından uçak ile müdahale konusu gündeme gelmiş ve bu noktada pek çok tartışma yaşanmıştır. Tarım ve Orman Bakanı’nın açıklamasına göre; OGM envanterinde yangın söndürme uçağı bulunmamakta olup gerekli araçlar kiralanmaktadır[12]. Tebliğde yer aldığı üzere, 1985 yılından itibaren Türk Hava Kurumu’ndan (THK) kiralanan yangın söndürme uçakları, son çıkan yangınlarda kullanılamamıştır. THK’nin içine düştüğü mali kriz neticesinde envanterinde yer alan uçakların gerekli bakım ve onarımlarının yapılamaması nedeniyle uçakların aktif olmadığı ileri sürülmüştür. Nitekim THK Başkanı, envanterinde bulunan 6 uçağın atıl durumda olduğunu, bu uçakların havalandırılması için 4 milyon dolara ihtiyaç duyulduğunu açıklamıştır[13]. Bu sebeple, OGM, Rusya’dan 3, İsrail’den 1 yangın söndürme uçağı kiralamıştır. Diğer taraftan, Azerbaycan, Hırvatistan, İspanya, Ukrayna gibi ülkeler yardım amacıyla uçak göndermiştir. Dolayısıyla, orman yangınlarına müdahalede idarenin üzerinde düşen görev ve sorumluluğu tam manasıyla yerine getiremediği söylenebilir. Nitekim, Tebliğde belirtildiği şekilde, uçakların, bakımları yapılmış ve müdahaleye hazır biçimde ana bekleme alanında beklemesi gerekmektedir. Oysa, OGM’nin yıllardır kiraladığı THK’nin 6 adet uçağı atıl durumda olup yaz dönemi için ise Rusya’dan üç uçak kiralanmış durumdadır. Hal böyle iken; ülkemizde 28 Temmuz’da meydana gelen orman yangınlarında mücbir sebebin önlenemezlik unsurunun gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
III. SONUÇ
İdare, orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan mücbir sebep unsurlarının gerçekleşmemesi ve hizmet kusuru bulunması dolayısıyla sorumlu olmaktadır. İdarenin kusur sorumluluğu söz konusu iken kusursuz sorumluluğuna gidilememektedir. Dolayısıyla, orman yangınları bakımından kusursuz sorumluluğa ilişkin hususlar üzerinde durmayacağız. Ancak çok kısa olarak şunu söyleyebiliriz ki; idareye kusur atfedilemese dahi, idare kamu görevlilerinin yangınlara müdahalesi sırasında zarar görmesi halinde mesleki risk kapsamında kusursuz olarak sorumlu bulunacak olup müdahale çalışmalarına gönüllü olarak katılan kimselerin zarar görmesi halinde idareye sorumluluk yüklenemeyecektir.
İdarenin sorumluluğuna ilişkin son olarak şunu ifade etmeliyiz ki; Anayasa’mızın ve 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca, orman alanları Devletin hüküm ve kontrolü altındadır. Ormanların korunması ve gözetiminden Devlet sorumlu olmaktadır. Dolayısıyla, “yetki kimde ise sorumluluk da ondadır” ilkesinden hareketle, orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan Devlet teşkilatı sorumlu olup yerel yönetimlere sorumluluk yüklenemeyecektir. Devlet, orman yangınları neticesinde meydana gelen zararlardan sorumlu olduğundan dolayı, bu zararları maddi olarak tazmin etmek yükümlülüğüne sahip olmaktadır.
Sonuç itibarıyla, Anayasa’mızın 125’inci maddesi kapsamında, idare, eylem ve işlemleri sonucunda meydana gelen zararlardan sorumlu tutulmaktadır. İdarenin sorumluluğu, kusurlu ve kusursuz olmak üzere sorumluluğun dayanağına göre ikiye ayrılmaktadır. İdarenin kusurlu sorumluluğu esas olup idareye kusur atfedilemediği durumlarda şartları gerçekleştiği takdirde kusursuz olarak sorumlu olmaktadır. Diğer taraftan, idarenin mücbir sebep teşkil etmediği hallerde doğal afetler neticesinde meydana gelen zararlardan sorumluluğuna gidilmesi mümkündür. Bu noktada, doğal afetin dışsallık, öngörülmezlik ve önlenemezlik unsurlarından birini karşılamaması halinde mücbir sebep gerçekleşmeyecek olup idare sorumlu olacaktır. 28 Temmuz’da ülkemizde meydana gelen orman yangınlarında, mücbir sebebin öngörülmezlik ve önlenemezlik unsurları gerçekleşmediğinden idarenin sorumluluğundan bahsedilebilecektir.
Av. Begüm GÜREL & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Rumeysa TURAN