GİRİŞ
Aynı deniz alanına kıyısı olan devletler arasında, kıta sahanlığı ya da münhasır ekonomik bölge sınırlarının oluşturulması (MEB), uluslararası hukukun hem ilgili kuralına hem de 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 74. ve 83. maddelerine göre “anlaşma ile” yapılmaktadır. Bu ilgili hükümlere göre Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde Uluslararası Hukuk’tan doğan haklarının korunması amacıyla “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalamıştır. İmzalanan bu Mutabakat sayesinde, iki ülkenin Akdeniz’de karşılıklı kıyıları arasında deniz yetki alanları sınırı belirlenmiştir. Onaylamayı uygun bulma yasası, 5 Aralık 2019 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş, 6 Aralık 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış ve 7 Aralık 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Fakat daha sonra Yunanistan, Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nı tanımadıklarını ve bu antlaşmayı hukuken yok saydıklarını bildirmiştir. Ayrıca Yunanistan, bu anlaşmanın, kendi adalarının kıta sahanlığı alanlarını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
KITA SAHANLIĞI NEDİR?
Jeolojik olarak kıta sahanlığı bir kıyı ülkesinin deniz alanında süren doğal bir uzantısıdır. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre kıta sahanlığı, kıyı devletinin karasularının devamında kıta kenarının dış eşiği ile sınırlı, bu eşik belirtilenden az mesafede ise karasularının ölçülmeye başlandığı mesafeden itibaren 200 deniz mili mesafe olması şeklinde tanımlanmaktadır. Mesafe 200 mile ulaşmadığı takdirde söz konusu ülkenin Kıta sahanlığı mesafesi 200 mile tamamlanır. Fakat bir kıyı ülkesinin kıta kenarının dış sınırı 200 deniz mili sınırını aşması durumunda esas hatlardan itibaren 350 deniz mili limiti uygulanmaktadır. Kıta sahanlığı olgusu ilk defa 1945 yılında Truman Bildirisi ile bahsedilmiştir. Bu bildiri ile Amerika Birleşik Devletleri, kıta sahanlığı dahilinde bulunan denizin altındaki ve üstündeki tüm kaynakların ABD’ ye ait olduğunu ilan etmiştir. Sonrasında kıta sahanlığı tanımı uluslararası alanda benimsenerek kural olarak kabul edilip “jus cogens” haline gelmiştir.
MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE NEDİR?
Münhasır Ekonomik Bölge (Exclusive Economic Zone), kıyı devletine karasuları esas çizgisinden itibaren 200 deniz mili uzaklığa kadar karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında, münhasır ekonomik haklar ve yetkilerin tanındığı deniz alanını ifade eder. Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), BMDHS’nin 55. ve 75. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre tanımı, “Karasularının ötesinde ve bu sulara bitişik bir bölge olup sözleşmede düzenlenmiş özel bir rejime tabi olan ve bu rejim gereği kıyı devletinin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestlikleri bu sözleşmenin ilgili maddeleri ile düzenlenmiş olan bölgedir.”
YUNANİSTAN’IN İDDİALARI DOĞRU MUDUR?
Türkiye ve Libya arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin imzalanan mutabakat hakkında Yunanistan’ın iddialarının doğru olup olmadığını Uluslararası Deniz Hukuku çerçevesinde değerlendirebilmemiz için öncelikle tarihte yaşanan bazı olaylardan bahsetmemiz gerekmektedir. Bu anlaşmadan önce Türkiye’nin 150 bin km deniz alanının gasp edilmesi söz konusu olmuştur. Libya ile yapılan sözleşme, her türlü atlantik sistemin Türkiye’ye baskısına, kumpasına rağmen büyük bir zafer olduğu düşünülmektedir. Türkiye sadece Doğu Akdeniz’de bahriye ve askeriye gibi faaliyetlerle üstünlük sağlayamamıştır. İlk defa hukuki bir sürprizle atak yapılarak Yunanistan’ın kabuslarının başlamasına neden olmuştur. Güney Kıbrıs Rum Devleti bu süreçte bir tetikçi olarak kullanılmıştır. Bakıldığında sorunlu bir devlettir. Çünkü Güney Kıbrıs uluslararası hukuka, kurucu anlaşmalara aykırı bir şekilde Avrupa Birliğine alınmış bir ülkedir. Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınmasının asıl nedenlerinden birisi Avrupa Birliği’nin deniz sınırlarını İskenderiye’ye yani Mısır ve Levant sahillerine kadar dayandırma isteğinden dolayıdır. Çünkü AB, Yunanistan, İtalya ,Fransa üzerinden Akdenizi kaplamıştır. Tek alamadıkları alan Doğu Akdenizdir. Bunun için bir piyona ihtiyaç duyulmuştur.Bu yüzden Annan Planının gerçekleşmesi ve Türkiye’nin AB’ye alınmasının engellenmesi için Güney Kıbrıs AB’ye alınmıştır. AB’ye alındıktan sonra bir de 2 Nisan 2004 tarihinde MEB (Münhasır Ekonomi Bölgesi) ilan etmişlerdir. Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri 1974 harekatından sonra Türkiye gideceği limanı tam belirleyememesidir. Yunanistan’ın 1791’den beri “Enosis Planı” vardır. Nikos SAMSON darbeyi yapmıştır. 20 Temmuzda Türklerin ortaya çıkmasıyla, Nikos SAMSON 22 Temmuz tarihinde kaçmak zorunda kalmıştır. Çünkü Yunanistan ,vaat ettiği donanma ve hava kuvvetlerini vermemiştir. Daha sonra Nikos SAMSON Paris’e kaçmıştır. Paris’te hatıratını yazmıştır. Bu hatırat Yaşar AKSOY’un “Kıbrıs Direnişi ve Çözüm” isimli bir kitabında yer almaktadır. Bu hatıratta, Türklerin birbirine düşman olması gerektiği yazmaktadır. Nikos SAMSON, Türklerin sağcı ve solcu olarak ayrıştırılması gerektiğini, Kuzey Kıbrıs’taki herkesin birbirine düşürülmesi gerektiğini, Kıbrıs’taki Türk komünistlerin desteklenmesi gerektiğini, hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin içten parçalanması gerektiğini yazmıştır. Eğer Türkiye KKTC’yi kaybederse Mavi Vatanını kaybetmiş olur. Annan Planından sonra Yunanistan, 21 Mart 2003’ten itibaren geçerli olmak üzere arsız bir şekilde deniz yetki alanlarını ilan etmiştir. Arsız denmesinin nedeni herkesten alan çalmalarıdır. Türkiye’den 50 bin metrekare alan çalınmıştır. Mısır’dan hatta İsrail’den bile alan çalmışlardır. Meis Adası’nın çevresi 9 km’dir , Türkiye’nin kıyıları 600 bin km’dir. Meis Adası alması gereken alanın neredeyse 3 bin katını almıştır. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Yunanistan 17 Şubat 2003’te Mısır’la sınır belirleme anlaşması yapmıştır.
LİBYA İLE YAPILAN MUTABAKAT TÜRKİYE İÇİN NEDEN ÖNEMLİDİR?
Esasında bu mutabakat sayesinde Türkiye, Yunanistan’ın yapmış olduğu arsızlığın aynısını yapabilir. Türkiye 27 Kasım’da bu anlaşmayı yapmıştır. Parlamentodan geçirmiş, ulusal mutabakat hükümeti de meclisinde onay vermiştir. Türkiye bu mutabakatı BM’ye deklare ettirecektir. 21 Eylül 2011’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşmayla Türkiye, Kuzey Kıbrıs ile arasındaki sınırı belirtmiştir. Söz konusu anlaşma, Türkiye ile KKTC’nin Akdeniz’deki kıta sahanlıklarının bir bölümünü, uluslararası hukuka uygun olarak ve hakça ilkeler dikkate alınarak belirlenen 27 coğrafi koordinatın birleştirilmesiyle elde edilen bir çizgi ile sınırlandırmaktır. En kritik olan 27 Kasım Libya-Türkiye Deniz yetki Alanları Sınırlandırılması Anlaşmasıdır. Anlaşmadaki alan 18.6 millik küçük bir alandır ama etkisi çok büyüktür. Eğer Mısır, Yunanistan İle bir anlaşma yaparsa 20 bin metrekareye yakın bir alanı kaybedebilir. Yunanistan bu ülkeleri kandırmıştır. Şöyle ki adalara tam hat vermiştir Yunanistan. Ve adaların oluşturduğu hatla Mısır’ın ortasından hat geçirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla Mısır için büyük bir kayıp olurdu. Türkiye, “orantısallık” diye bir kavram olduğunu, adaların çevresiyle ana karaların bir uzunluğu arasında orantısallık olması gerektiğini ispat etmiştir. 27 Kasım da Libya ile yapılan sözleşme ile deniz yetki alanı şeridi çekilmiştir. Daha önemlisi Türkiye’nin Akdeniz’de bir kıyıdaş devletle imzaladığı ilk MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) anlaşması olmuştur. Bu çok önemli bir kırılma noktası olmuştur. Türkiye bu anlaşmayı aşama aşama yapmıştır. Birinci hamlesi askeri hazırlık seviyesini yükseltmek olmuştur. Bunun için askeri tatbikatlar yapılmıştır (Mavi Vatan Tatbikatı). İkinci hamlesi, Fatih gemisini kıta sahanlığı içindeki fakat Güney Kıbrıs’ın benim dediği bir noktaya gönderilmiştir. Fatih gemisi o noktada güvertesinde Türk Bayrağı bulundurarak “bu kıta sahanlığı bizimdir” mesajını vermiştir. Hukuki anlamda Türkiye AB’ye kıta sahanlığı alanlarını vurgulamıştır. Mavi Vatan tatbikatından önce de çok önemli olaylar olmuştur. 2018 yılında “Saipem 12000” adlı bir İtalyan sondaj gemisine Türk Donanması geçişine izin vermemiş, geri döndürmüştür. Harpoon, deniz kuvvetlerinin ana silahıdır.3 Kasım 2019 da Türkiye bu silaha bağımlı olmadığını bildirmiştir. Yapılan araştırmalara göre Libya ile yapılan bu anlaşmaya konu olan bölgede çok zengin kaynaklar olduğu bilinmektedir.
Yunanistan, Türkiye-Libya arasında imzalanan mutabakattan sonra Libya’nın Atina büyükelçisini “persona non grata”(istenmeyen kişi) ilan etmiştir. Güney Kıbrıs Lahey Uluslararası Divanı’na başvurmuştur.Sözde amaçları “Bölgelerindeki hakları koruma almak” ama hiçbir bağlayıcı değeri yoktur. Libya ile yapılan bu anlaşmaya Yunanistan ve Güney Kıbrıs teknik ve hukuki açılardan karşı çıkmışlardır.Yunanistan ,Türkiye-Libya anlaşmasının 1982 tarihinde imzalanan Uluslararası Deniz Sözleşmesine aykırı olduğunu, Girit, Rodos, Kerpe ve Meis adalarının deniz yetki alanlarının ve egemenliklerinin göz ardı edildiğini savunmuştur. Halbuki Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın bu iddialarda haklı değildir. Çünkü Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’nin 150 bin km deniz alanını gasp etmiştir. Yunanistan’ın iddialarına nazaran, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında adaların özel konumlarına, kıyı uzunluklarına, bulundukları coğrafyaya bakılmaktadır. Ve Uluslararası Mahkeme kararlarında da ikili anlaşmalarda da adalara hiçbir şekilde deniz yetki alanı verilmemiştir. Meis gibi Türkiye’den 2 km uzakta olan, çevresi 9 km olan bir küçücük adanın Türkiye’ye nazaran 3-4 bin deniz yetki alanı alması hakça kabul edilebilir bir durum değildir. 27 Kasım 2019 da yapılan anlaşma bir dönüm noktasıdır. Türkiye’ye empoze edilmeye çalışılan, sürekli vurgulanan, uluslararası hukukun yanında olup, Türkiye uluslararası hukuka uysun diye yani tabiri caiz “biz 150 bin kmlik alanınızı çalıyoruz siz de sesinizi çıkarmayın buna uyun” empozesi çalışmalarıdır. Burada da en büyük gerekçe olarak Güney Kıbrıs’ın Mısır’la, Lübnan’la ve İsrail ile yaptığı anlaşmalar göz önüne seriliyordu. Bu anlaşmalara da bakıldığında esasında 21 Mart 2003’ten geçerli olmak üzere ilan edilen deniz yetki alanında o dönemde tek bir anlaşma vardı. O da Mısır ile yapılan anlaşmadır. Bir de 2010 yılında İsrail ile yapılan anlaşmaları vardır. Mısırla yapılan anlaşmada 11.500 km2, İsrail ile yapılan anlaşmada da 6.000 km2 alanı gasp ettikleri de ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin 27 Kasımda yaptığı Libya ile anlaşma, Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın karşılıklı bir anlaşma yapılmasını engellemiştir. Defacto ‘dur. Hukuki bir gerekçe yaratmıştır. BM’ye deklare ettirilmiştir. İki taraf da onaylamıştır.Hem Uluslararası Hukuka göre hem de Viyana Anlaşmasına göre de geçerli bir anlaşma haline gelmiştir. Bu tip sınır anlaşmaları derhal yürürlüğe girmektedir. Coğrafyanın gereği karşılıklı bir kıyıdaşlık söz konusudur. Yunanistan’ın Hafter’i (Libya’nın doğusundaki gayri meşru silahlı güçler lideri) ziyareti bile Yunanistan’ın uluslararası hukuka saygısızlığının da güzel bir örneği olmuştur. Türkiye, “hakça” ilkeler doğrultusunda hareket ederek Libya ile bu anlaşmayı yapmıştır. Yunanistan, Güney Kıbrıs ve AB’nin yapmış olduğu gibi gasp söz konusu değildir.
SONUÇ
Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” yapılmıştır. Anlaşma sonrasında Yunanistan, imzalanan anlaşmanın Uluslararası Deniz Sözleşmesine aykırı olduğunu, Girit, Rodos, Kerpe ve Meis adalarının deniz yetki alanlarının ve egemenliklerinin göz ardı edildiğini iddia etmiştir. Bu yazımızda, Yunanistan’ın bu iddiasının doğru olmadığı, Libya ile Türkiye arasında yapılan anlaşmanın İki tarafından da onayladığını, hem Uluslararası Hukuka göre hem de Viyana Anlaşmasına göre de geçerli bir anlaşma haline geldiğinden bahsetmiş olduk. Uluslararası Mahkeme kararlarında, ikili anlaşmalarda da adalara hiçbir şekilde deniz yetki alanı verilmemiştir. Söz konusu Meis gibi Türkiye’den 2 km uzakta olan, çevresi 9 km olan bir küçücük adanın Türkiye’ye nazaran 3-4 bin deniz yetki alanı alması hakça kabul edilebilir bir durum değildir. Bu açıklamalar ışığında Yunanistan’ın, adalarının kıta sahanlığı alanlarının gasp edildiği söz konusu değildir.
Av. Begüm GÜREL & Arzu Yıldız GEZGİÇ