AVUKATIN VEKALET ÜCRETİ ALACAĞI DAVALARINDA GÖREVLİ MAHKEME TÜKETİCİ MAHKEMESİ MİDİR, ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ MİDİR?
Günümüzde avukat ve avukatlık mesleği hakkında hemen hemen herkesin bir fikri olsa da, kanunda bu kavramların ne şekilde düzenlendiği ve söz konusu mesleğin asıl amacının ne olduğu ne yazık ki açıkça bilinmemektedir.
Avukat kimdir sorusuna cevap olarak doktrinde birçok tanım yapılmaktadır.
Avukat; hukuki ilişkilerin düzenlenmesinde, hukuki konu ve uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesinde, hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargının kurucu ögesi bağımsız savunma adına kurumsal görev yapan kişi şeklinde tanımlamaktadır.[i]
Başka bir görüşe göre avukat; serbest olarak meslek icra eden ve her türlü hukuki işlemlerin düzenlenmesiyle, hukuki mesele ve uyuşmazlıkların çözümünde taraflara yardım eden ve bilgi ve tecrübelerini bu yolda kullanan kamu görevlisi şeklinde tanımlamaktadır.[ii]
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na göre ise avukatlık; kamu hizmeti ve serbest bir meslek olarak nitelendirilmektedir.
Avukat unvanına sahip olabilmek için bir takım şartların varlığı aranmaktadır ve söz konusu bu şartlar 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda özel olarak düzenlenmiştir.
Avukat sahip olduğu hukuk bilgisi ve mesleki tecrübesi ile iş sahibi olarak ifade edilen gerçek ya da tüzel kişilere hukuki yardımda bulunmak ve iş sahibinin haklarını ve mallarını korumak amacıyla hareket etmektedir.
Avukatın kanunda düzenlenen temsil yetkisi bu amaca hizmet etmekte ve bu yetki iş sahibi tarafından avukata bizzat verilmektedir. Bu sebeple iş sahibi ile avukat arasında avukatlık sözleşmesi yapılmaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda özel olarak düzenlenen avukatlık sözleşmesinin kapsamı ise, kanunun 163. Maddesinde:
“Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.” şeklinde ifade edilmiştir.
Kanunda açıkça ifade edildiği üzere, avukatlık sözleşmesi niteliği itibariyle iki tarafa borç yükleyen, bir tarafın hukuki yardımda bulunma borcu altına girdiği, diğer tarafın ise bunun karşılığında ücret ödeme borcu altına girdiği bir sözleşme türüdür. Avukat, avukatlık sözleşmesi ile iş görme borcu altına girmekte ve karşılığında ücrete hak kazanmaktadır.
Bu nedenle avukatlık sözleşmesinin unsurlarını hukuki yardım, ücret ve tarafların anlaşması oluşturmaktadır.
Nitekim hukuki yardım, avukatlık mesleğinin amacını oluşturmaktadır.
1136 sayılı kanunun 2. Maddesinde:
“Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.” şeklinde ifade edilmiştir.
Avukatlık sözleşmesinin diğer unsuru olarak ücret konusu da mezkur kanunda özel olarak düzenlenmiştir.
1136 sayılı kanunun 164. Maddesinde:
“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder. … Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. … ” ifadelerine yer verilmiştir.
Kanun maddesinde ayrıca avukatlık sözleşmesi kapsamında belirlenecek ücretin asgari sınırı ve söz konusu ücrete yönelik karşılaşılabilecek sorunların çözümleri özel olarak düzenlenmiştir.
Ücret, avukatlık sözleşmesinin unsuru olarak düzenlenmesine rağmen, sözleşmenin tarafı avukatın ücret hakkından feragat etmesi halinde söz konusu sözleşme geçersiz olmayacaktır, ancak bu durum avukat tarafından bağlı olduğu baroya bildirilmesi gerekmektedir.
Avukatlık sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 1. Maddesi uyarınca tarafların karşılıklı birbirine uygun irade beyanlarıyla kurulmaktadır. Söz konusu irade beyanları açık ya da örtülü olabilir.
Bunun yanında avukatlık sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmaması sözleşmeyi geçersiz kılmamaktadır. Ancak yazılı olarak yapılmayan sözleşmelerin ispatının oldukça zor olması nedeniyle sözleşmenin yazılı olarak yapılması ispat kolaylığı sağlayacaktır.
Avukatlık sözleşmesinin hukuki niteliğine ilişkin doktrinde birçok görüş bulunmaktadır.
Bir görüşe göre avukatlık sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen vekalet sözleşmesi olarak, başka bir görüşe göre, avukatlık sözleşmesi kendine özgü yapısı olan –sui generis- bir sözleşme olarak, diğer bir görüşe göre de avukatlık sözleşmesi, vekalet sözleşmesinin kanunda düzenlenmiş özel bir türü olarak nitelendirilmektedir.
Avukatlık sözleşmesinin hukuki niteliğinin tespiti, sözleşmenin kurulması ya da uygulanması sırasında taraflar arasında çıkabilecek muhtemel uyuşmazlıkların çözümünde, hangi hukuk kurallarının ve hangi kanunun nasıl uygulanacağının bilinmesi açısından önem arz etmektedir.
Doktrinde mezkur sözleşmenin hukuki niteliği konusunda kabul edilen çoğunluk görüş, avukatlık sözleşmesinin vekalet sözleşmesinin özel bir türü olduğu yönünde toplanmaktadır.
Nitekim biz de,
-Avukatlık sözleşmesinin asli edim yükümlerinin 1136 sayılı kanunda özel olarak düzenlenmiş olmasından,
-Sözleşmenin bir tarafını sadece avukatlık sıfatına haiz bir kişinin oluşturuyor olmasından,
-Avukatlık sözleşmesi gereği avukatlık mesleğini icra edecek avukatın bağımsızlığının ve söz konusu mesleğin kamu hizmeti niteliğine haiz olmasından,
-1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda avukatlığın emredici hükümlerle düzenlenmiş olmasından,
Dolayı avukatlık sözleşmesinin 6098 sayılı kanunda düzenlenen vekalet sözleşmesinin özel bir türü olduğu görüşüne katılmaktayız.
Eş deyişle; yukarıda açıkladığımız hususlarda avukatlık sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen vekalet sözleşmesinden ayrılmakta ve vekalet sözleşmesinin ayrı bir türünü oluşturmaktadır.
Öte yandan, avukat ile iş sahibi arasında kanunda açıkça düzenlenen bağımsızlık unsuru, avukatlık sözleşmesini 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ’nda düzenlenen hizmet sözleşmesinden, avukatın iş görme borcu altına girmesine rağmen herhangi bir sonuç garanti edememesi ise, avukatlık sözleşmesini 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ’nda düzenlenen eser sözleşmesinden ayırmaktadır.
Binaenaleyh, avukatlık sözleşmesinin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ’nda düzenlenen vekalet sözleşmesinin özel bir türü olması nedeniyle, söz konusu sözleşme nedeniyle taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde öncelikle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümleri uygulanmalıdır.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda hüküm bulunmayan hallerde ise, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun vekalet sözleşmesine ilişkin hükümleri uygun düştüğü ölçüde uygulanmalıdır ve en son mezkur kanunun genel hükümleri uygulanarak taraflar arasındaki uyuşmazlık çözülmelidir.
Avukat, avukatlık mesleği, avukatlık sözleşmesinin hukuki niteliği ve sözleşme nedeniyle taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için hangi hukuk kurallarının uygulanacağını açıkladıktan sonra, günümüzde asıl tartışma konusu olan avukatların avukatlık sözleşmesi gereği iş sahiplerinden alacakları ücretin tespiti amacıyla açacakları davalarda hangi mahkemelerin görevli olduğu konusunu da açıklamak isteriz.
Avukatlık sözleşmesi taraflardan biri olan iş sahibi, sözleşmede taraflar arasında aksine bir hüküm kararlaştırılmamışsa sözleşmenin asli edimi olarak kabul edilen ücreti, sözleşmenin diğer tarafı olan avukata ödemek zorundadır. Bu ücret vekalet ücreti olarak ifade edilmektedir.
Avukatın vekalet ücreti alacağı için Asliye Hukuk mahkemesi ve Tüketici Mahkemesi arasında hangi mahkemenin görevli olduğu konusunda uyuşmazlıklar sık sık istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvuru konusu olmaktadır. Ancak ne yazık ki bu konuya yönelik üst mahkeme kararlarında istikrar bulunmamakta ve her iki mahkemenin de görevli olduğuna dair farklı kararlar verilmektedir.
Bilindiği üzere usul hukukunda görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, bir davanın görevli mahkemede görülmesi dava şartı olarak kabul edilmektedir ve hakim bu hususu davanın her aşamasında re’sen inceleye bilmektedir.
Aynı zamanda üst mahkemelerde, ilk derece mahkemesi kararlarını incelemeden önce, ilk derece mahkemesinin dava konusu hakkında görevli olup olmadığı hususunu kendiliğinden incelemekle yükümlüdür.
Bu şekilde oldukça önemli olan görev konusunda söz konusu davalar için hali hazırda netliğin sağlanmamış olması ve bu konuda yargı organlarınca farklı kararların veriliyor olması ciddi bir problem teşkil etmektedir.
Tüketici Mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesi’ne göre özel mahkeme niteliğindedir ve her iki mahkemenin de görev alanı kanunda özel olarak düzenlenmiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin hangi davalarda görevli olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açıkça düzenlenmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 2. Maddesi:
“(1)Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.
(2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.” hükmüne havidir.
Tüketici Mahkemesi’nin görev alanına giren dava konuları da yine kanunda açıkça düzenlenmiştir.
6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’nun 73. Maddesinde:
“ (1) Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir. …” ifadelerine yer verilmiştir.
Tüketici Mahkemesi’nin görev alanına giren dava konularını daha iyi anlaşılması için mezkur kanunda geçen tüketici ve tüketici işlemi olarak ifade edilen hususları açıklamak da fayda vardır.
Söz konusu kavramlar 6502 sayılı kanunun 2. Maddesinde;
“… k)Tüketici: Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi,
l) Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi,
… ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır.
Yukarıda açıkça izaha çalıştığımız şekilde avukatlık sözleşmesi vekalet sözleşmesinin bir türü niteliğinde olup bizzat vekalet/eser/hizmet sözleşmesi değildir.
Bu sebeple avukat ile iş sahibi arasındaki ilişkinin 6502 sayılı kanunda düzenlenen tüketici işlemi olarak kabulü mümkün değildir.
Aynı zamanda avukat, hukuki yardımda bulunan kişi olması nedeniyle de 6502 sayılı kanunda;
“Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da mal sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanan satıcı,
“Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanan sağlayıcı sıfatına haiz değildir.
Bunun yanında avukatın asli edimi olarak kabul edilen hukuki yardım mezkur kanunda;
“Alışverişe konu olan; taşınır eşya, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallar ile elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri her türlü gayri maddi mallar” şeklinde tanımlanan mal,
“Bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan ya da yapılması taahhüt edilen mal sağlama dışındaki her türlü tüketici işleminin konusu” şeklinde tanımlanan hizmet kavramlarına da karşılık gelmemektedir.
Nitekim avukat, mesleki faaliyetini icra ederken iş sahibine karşı mal ve hizmet sunmamakta, 1136 sayılı kanunda özel olarak belirtildiği şekilde hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis ederek iş sahibine karşı hukuki yardımda bulunmaktadır.
Aynı zamanda iş sahibi de, avukata karşı avukatlık sözleşmesi gereği 6502 sayılı kanunda düzenlenen tüketici sıfatına haiz değildir.
Önemle belirtmek isteriz ki, avukatın mesleki faaliyetini tüketiciye yönelik bir tüketici işlemi olarak kabul etmek, yargının vazgeçilmez organı olarak kabul edilen avukatı satıcı, iş sahibini de müvekkil yerine müşteri konumuna getirerek, kamu hizmeti olarak kabul edilen ve oldukça önemli söz konusu avukat-müvekkil ilişkisini hukuk düzeninde değersizleştirmektedir.
Zira, avukatın mesleğini icra ederken mal ya da hizmet sattığının kabulü mümkün değildir.
Nitekim avukatlık mesleği, hukuki yardıma ihtiyaç duyan kişilerin canlarının, mallarının ve haklarının korunmasını sağlama amacı nedeniyle kimi zaman doktorluk gibi oldukça önemli bir meslekten daha önemli bir amaca hizmet edebilmektedir.
Değerli hukuk üstadımız Ali Gürel, avukatlık mesleğinin önemini “Kötü doktor insanı canından eder, kötü muhasebeci insanı malından eder, kötü avukat ise insanı hem malından hem de hürriyetinden eder.” şeklinde veciz bir cümleyle ifade etmektedir.
Bu nedenle avukatlık mesleği, gerek kamu hizmeti vasfı, gerek özel kanun ile düzenlenmiş olması sebebiyle yadsınamayacak bir öneme sahiptir.
Yukarıda izah ettiğimiz tüm hususlar dikkate alındığında anlaşılacağı üzere, avukatlık sözleşmesi gereği avukatın vekalet ücreti alacağı davalarında görevli mahkeme Tüketici Mahkemesi olmayıp, hiç kuşkusuz Asliye Hukuk Mahkemesi’dir.
Bu konuya yönelik, avukatın vekalet ücreti alacağı konusunda hangi mahkemenin görevli olduğu konusunda yakın tarihli üst mahkeme kararlarından da örnek vermek gerekirse:
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi’nin 4. Hukuk Dairesi 2017/1233 esas, 2017/993 karar sayılı ve 07.07.2017 tarihli ilamında:
Dava, davacı avukat tarafından açılan vekalet ücreti alacağının tahsili istemine ilişkindir. Davacı, davalıyı vekili olarak temsil ettiğini, ancak vekalet ücretini alamadığını ileri sürerek, ücret alacağının tahsili için eldeki davayı açmıştır. Uyuşmazlık, taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Mahkemece de belirtildiği üzere; avukatlık sözleşmesinde avukatın görevinin yargının kurucu unsuru olan ve bağımsız savunmayı temsil eden yargısal bir faaliyet olduğu, avukatın, mal ve hizmet piyasalarında faaliyet gösteren ve hizmet sunan “satıcı” , “sağlayıcı” , “girişimci” sıfatında bulunmadığı, yine sözleşmenin diğer tarafı olan “müvekkil”in, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3/1-k maddesindeki “tüketici” tanımına uymadığı, sözleşmenin bir “tüketici işlemi” olarak kabulünün mümkün olmadığı, Avukatlık Kanunu’nda düzenlenmiş olan avukatlık sözleşmesinin, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olan vekalet sözleşmesinden farklı ve ayrı bir sözleşme türü olması ve bu sözleşmenin niteliği gereğince 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında bulunduğu kabul edilemeyeceğinden,”
şeklinde ifade edilmiş ve görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu belirtilmiştir.
Üst mahkemenin kararında da açıkça ifade edilen sebepler nedeniyle, avukatın vekalet ücreti alacağı hakkındaki davalarda Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararı vererek görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğuna karar vermesi ya da üst mahkemelerin bu konuya yönelik başvurularda görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğuna karar vermesinin hukuken izahı bulunmamaktadır.
Binaenaleyh, hukukun kişilere ya da makamlara göre farklı uygulanmaması adına, hangi mahkemenin görevli olduğu konusundaki ikilemin giderilerek kesin bir çözümün sağlanması için; mevzuatta bu konuya yönelik değişiklik yapılarak söz konusu davalar için kanunda açıkça Asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.
Aynı zamanda mevzuatta söz konusu değişiklik yapılana kadar, kanun yoluna başvurmak suretiyle üst mahkemelerde inceleme konusu olan avukatın vekalet ücret alacağı davalarında görevli mahkemenin Asliye hukuk mahkemesi olduğu konusunda üst mahkeme kararlarında da istikrarın sağlanması, bu çelişkinin giderilmesine ve hukukun doğru uygulanmasına hizmet edecektir.
Av. Begüm GÜREL (L.L.M)
[i] Güner, Semih, Avukatlık Sözleşmesi ve Ücreti, Yetkin Yayınları, Ankara 2014, s. 101-102.
[ii] Uçar, Salter, Avukatın Hak ve Ödevleri, İstanbul 1998, s. 6.